Maç gecesi hep şu soruyu sordum: Bu ruhsuzluğun kaynağı nedir? Giray ağlarken, Zokora uyuyamazken takım arkadaşlarının bazıları umursuzca nasıl tavla oynayabiliyor? Profesyonellik böyle her rezilliği takmamak mıdır? Profesyonellik korkaklık mıdır? Futbolcularımızı sahada uyutan nedir? Hangi ilacı aldılar? Ya da hangi ilacı almadılar? Futbolcularımızı geriye yaslayan kimdir? Antalya’dan korkmasını ona kim öğütledi? Yoksa Fenerbahçe’yi her yenen takımdan korkan bir zihniyet mi yönetiyor bizim takımı? Bu ağır soruları çoğaltabiliriz. Ancak ben yine de konunun temeline inmek durumundayım. Bu bireysel davranışları sadece bir gösterge ve veri kabul ederek problemin esasını yakalamak durumundayım. Bizden beklenti bu.
İşin özüne indiğimizde iki temel konuyla karşılaşıyoruz: Biri para diğeri yönetim anlayışı. Ancak bu iki problemin basit bir çözümü olduğunu tespit ettim. O da şudur:
Trabzonspor bir İnşaat şantiyesi değildir.
Kulubü yönetirken inşaat müteahhidi gibi yönetemezsiniz. Futbolcuları yönetirken de inşaat işçisi gibi yönetemezsiniz. Demek istediğim şu: Antalya maçına çıkan futbolcuların para sorunu var mıydı? Çekler onların moralini bozacak şekilde mi yazıldı? Duyumlarım öyle diyor. Bir gariban inşaat işçisinin parasını geciktirdiğinizde ya da birazını tırtıkladığınızda boynunu büker ve işine devam eder. Çünkü ortalık işsiz doludur. Kalitesini de düşüremez. Gerçi işçi bile böyle durumlarda işçilikten çalar ama bu ihmaller en az üç beş yıl fark edilemez. Hâlbuki futbolcu incinmeye gelmez. Onu yönetmek sanat ister. İnsan yönetiminin en zoru futbolcu yönetimidir. Çünkü piyasası hazırdır, geçim derdi yoktur ve profesyonellik denilen bir ruha sahiptir. Ne sana acır ne taraftarına.
Geçen yazımda kulüplerin yönetimi konusuna başlayacağımı belirtmiştim. Trabzonspor-Antalya maçı o gece bana, “bu konuyu işlemekte geç bile kaldın” deyiverdi. Bakıyorum, problemlerin temel kaynağı insanı ve parayı yönetmekle ilgili.
Okuyucularımdan bir Hanımefendi de dikkatimizi para yönetimiyle ilgili başka bir noktaya çekiyor:
“Sayın Küçükali,
Trabzon’da yaşayanlar ve Trabzonsporlular borsada işlem gören şirketlerine niçin sahip çıkmıyorlar? Acaba 5 yıldır yatırımcısının temettüsünü ödemeyen Trabzonspor Yöneticileri yatırımcılarına şike yapmış olmuyorlar mı? Trabzonspor Yönetimi SPK tarafından kendilerine dair yapılan 02.08.2012 tarihli açıklamadan hiç mi rahatsız olmuyorlar? O’ndan sonra kalkıp hak hukuk diyorlar. Önce ve ivedilikle kendileri hakkı teslim etsinler.”
İşte size para ve yönetimiyle ilgili tipik bir örnek. Bu konuyu elbette araştıracağım. Ben de okuyucuma şu soruyla katkıda bulunmak istiyorum: Kulübü yabancı futbolcularla böylesine doldurduğunuz halde, başarısız olmayı nasıl beceriyorsunuz? Ben bu soruyu kendim uydurmadım. Tüm taraftar şu anda bu soruyu soruyor ve cevabını bulamıyor.
Yazılarımda çok eleştiri yaparak kulübü yıpratmamaya özen gösteriyorum. Sadece doğruları aramanın peşindeyim. Ancak Trabzonsporumuzun Antalya maçının son dakikalardaki hali kanıma dokundu.
Değerli futbolseverler,
Dünyada en zor yönetilen insanlar yetenekleri olan insanlardır. Onları inşaat yönetme zihniyetiyle yönetemeyiz. Onları kendileri gibi maharetli insanlar yönetebilir. Bunlara bugünkü piyasada “profesyoneller” deniyor. Ne acıdır ki başta Trabzonspor olmak üzere kulüplerimizin ekseriyeti hep inşaat zihniyetiyle yönetildi ve hala da bu zihniyetle yönetiliyor. Bakıyorsunuz Türk Futbolundaki yöneticilerin en önemli mahareti istediğini alana kadar her türlü taklayı atmak ancak istediğini aldıktan sonra kendisinin yapması gereken taahhütlerini sürekli ertelemenin yollarını aramak. Böylesine güvensiz bir ortamda sahada kendisine tam güvenen futbolcu aramak nafiledir.
Yöneticiler ciddi davranmaz ve verdiği sözleri zamanında yerine getirmezlerse futbolcular buna sahada ince bir mesajla karşılık verirler. Futbolcuları sıra dayanağına geçiremeyeceğimize göre, masadan sahayı yönetmeyi başarmalıyız.
Yoksa birilerinin uydurduğu gibi “sahaya yansımaz” yanılgısına düşmeyelim. Şundan emin olun, şu tesislerdeki masalarda ne yapılıyorsa ya da ne yapılmıyorsa, bu sahaya yansıyor.
Yeter ki maç seyrederken sadece topa bakmayalım…
Sağlıcakla kalın…
Evet yanılmıştım, boş tribünlere oynayan takımımız ikinci devre adeta yok oldu!…
Küçükali’nin değinmediği ruhsuzluğun boyutlarını rakamlarla ortaya koyalım. sadece kaşılaştırmalı ikişer rakam vereceğim ve buradan bir sonuca varacağım:
Seri 1:
Seri 2:
Sonuç: Maçlar teorik değerlerle değil, akıtılan terle, kesilen nefesle, kasların bitmesiyle, kısacası verilen emekle “sahada” kazanılır. Maç sonunda 4 oyuncunun değeri kadar olan bir takıma yenildiğinde huzurunun bozulması, uykunun kaçması gerekir. Bunlar olmadığında takım olamazsın, Futbol, sahaya çıkıp mesleğini icra etmek değildir sadece, mücadeledir, hırstır, kazanmaktır, milyonlarla sevinmektir, sevindirmektir…
teşekkürler.
Beceriksiz ustayı kendi inşaatında çalıştırırmısın saynın Sadri Şener. Kendi şirketinde beceriksiz usta çalıştırmazken bu kadar oynatmadığın yabancıya bu kadar para vermek nerden çıktı. Yoksa TRABZONSPORUMUZU deniz mi görüyorsunuz