Futbolun Asil Sahibi Taraftardır
FUTBOLUN ASIL SAHİBİ TARAFTARDIR
Önce
bu yazımı tamamen okuyucularımın yorumlarına ayırmayı düşündüm. Her yazımın
yorum bölümünde ateşli tartışmalar yaşanmaya başladı. Trabzonspor camiasını
uyarma ve uyandırma görevimizi yapmaya başladık ELHAMDÜLİLLAH.
Bir
başka nokta daha beni bahtiyar ediyor. Yazılarımı okuyanlar ve yorumlayanların
bilgi ve kültür seviyeleri oldukça iyi. Yorumlara baktığınızda, seviyeli ve
ölçülü bir üslubu da fark ediyorsunuz. Fikri tartışmaların bile yaşandığını
müşahade ediyorum. Bu durum beni ayrıca memnun ediyor, daha fazla kamçılıyor. Ancak
kendimi frenliyorum. Çünkü bizler ilke ve düsturlar etrafında kenetlenmek
durumundayız. Gündelik söylemlerle savrulamayız.
Yorumları
ne yönde olursa olsun, tüm yorumcularıma ve okuyucularıma teşekkürlerimi
sunuyorum.
Türkiye'de
futbolun yönetimi ile "taraf
olmak" olgusunu ele almam gerektiğini düşünüyorum. Taraf olmanın
kaynağı gerçek anlamda ayrı dünyaların insanı olmaktır. Halbuki bizde suni
taraflar oluşturulmuş durumdadır. Siyasi taraflar, toplumsal taraflar, ekonomik
taraflar...Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Taraf olmak kimliğimizin bir
parçası gibi. Demek ki "taraf olmak ya da olmamak meselesi"
toplumumuzun sosyolojik bir meselesi olarak önümüzde duruyor.
Ha
bir de derin tarafımız(taraftar değil) var. Tarafı olanlar var. Bu
tarafgirlik(taraftarlık değil) Diğer tüm tavırlarımızı etkiliyor. Onun
ruhumuzda yarattığı baskıdan bir türlü kurtaramıyoruz. Maalesef hala ideolojik tarafımız tavırlarımızı ve
yorumlarımızı belirliyor.
İdeolojinin
belirleyici olamadığı alanları hiç düşündünüz mü? Spor ve futbol. Bir de sanat var elbette. Bunlar evrenseldir.
Bunların dini, dili, meşrebi ve mehhebi olmaz. Olmamalıdır. Eğer futbol bu tür ayrımcılıklara maruz kalırsa
ruhunu kaybeder.
İdeolojiler
evrensel değildir. Çoğu, kabul edilmiş değer de değildir. Kendilerince bir
toplum ve dünya tahayyül ederler. Bu hayalleri uğruna insani olan bir çok tavır
ve davranışı baskı altına alırlar. Milletimizin en önemli fikir adamlarından
biri olan merhum Cemil Meriç, ideolojiyi azınlık olan grupların fikirleri
olarak tanımlar. Tüm toplumu kucaklayana dek ideolojik olan yaklaşımları
toplumsal değer olarak kabul etmez. İnsani olarak ve özgür olarak yaşamanın en
zor iş olduğundan bahseder.
Ayrımcılıkların,
fikri ve ideolojik çatışmaların, siyasi tartışmaların, mezhep çatışmalarının ve
etnik çatışmaların sirayet edemediği tek taraftarlık futbol taraftarlığıdır.
Şöyle bir baktığımızda taraftar olmak, en
masum, en doğal ve en insani tarafımızdır.
Gelmek
istediğim nokta şudur: Futbol sevdasına
ve futbol taraftarlığına siyaset bulaştırmak futbolu kirletmektir, futbolu
esaret altına sokmaktır. Örneğin, Trabzonspor'u yönetirken siyasi
yaklaşımlardan yararlanmak Trabzonspor'a ihanettir. Eğer HAKKIN taraftarı olmak
durumundaysanız ya da VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ söz konusu ise futbol taraftarlığınızı
bu konular halloluncaya kadar askıya alabilirsiniz. Bunun dışında her şartta futbolun yanında ve tarafında olmalıyız.
Halbuki
günümüzde futbolu yöneten kulüp başkanlarının en büyük derdi siyasettir. Siyaset futbola futbol da siyasete alet
edilmektedir. Bu iki farklı alanın içi içe geçmesi futbolu yönetmeyi ve
dürüst bir futbol taraftarı olmayı oldukça zorlaştırmaktadır.
Aslında
futbol üzerinde oyun oynayanlar, taraftarın hakkı olan futbolu yönetmek ve
futbola yön vermek yetkilerini usulca taraftarın elinden almaya çalışmaktadırlar.
Kendilerince kararlar alarak taraftarın aklını çelmenin derdine düşmüşler. Bir
başka ifadeyle, futbol camiasının azınlıkları sayılan bu Baas zihniyetli ideolojik yöneticiler, taraftar adına hareket
edebilmektedir.
Bakın
mesela taraftara sorulmadan, danışılmadan kalkışılan bir ödül meselesi var. Milli takımımızın 500. maçına
çıkmadan önce, örtbas federasyonu tarafından HAK HAYKIRIŞLARINI örtbas amacıyla verdiği hizmet ödülleri, siyasetin
futbola gölge düşürdüğüne en tipik örnektir. Herkes bu ödüllerin hangi ölçülere
göre verildiğini merak ediyor. Siyaset bürokraside kadrolaşacağı zaman öyle
ölçüler koyarmış ki o ölçülere sadece siyasi iradenin kafasındaki adamın
özellikleri uyarmış. Aynı şark kurnazlığı burada da yapılmış. Allah'tan akıl
etmişler de ödül almak için milletvekili olma şartını koymamışlar.
Ortak
akıl bir maharet daha göstermiş ve milli takımımızı dünya üçüncüsü yapan Şenol
Hoca'yı unutmamış. Öyle ya şikenin en büyük mağdurlarından olan kişiye bir ödül
verebilirsek, şike olayını güzelce örtbas edebiliriz.
Şenol
Hoca daveti reddetmiş. Kendisini bu doğru tespiti ve davranışı nedeniyle tebrik
ediyorum. Bu vesileyle Şenol Hoca'ya şunu da söylemek istiyorum: Zaman zaman
yaptığımız eleştiriler, seni gönlümüzde
yukarılara koymamızdandır. Trabzonsporumuzun müzesindeki hemen her kupada senin
terin olduğunu unutabilir miyiz? Mesela vasat bir takım karşısında
çaresizliğini hazmedemiyoruz. Seni öyle çaresiz görünce kanımıza dokunuyor.
Şu
kaşkol meselesine gelince; futbol camiası yöneticileri siyasetçileri ısrarla
futboldan yararlanmaya davet ederse siyasetçi de bu fırsatı değerlendirir. Futbolun yöneticileri meselelerini siyaseti
kullanarak çözme yoluna gitmemelidir.
Futbolun meseleleri, futbol camiası içinde çözüme kavuşturulmalıdır. Taraftarın
engin sağduyusu dikkate alınmalıdır.Aksi halde siyasetçiler bir koyup üç almak isterler. Ancak Siyasetçiler de insaf ve adalet ölçülerini
gözetmelidir. Biz siyasetçilere 1996 yılında da bir kupa verdik. Kurban hep biz
oluyoruz. Siyasetçilerin de anlayacağı bir dil vardır elbette. Bu dil
taraftarın dilidir. Taraftar konuştu mu herkes mesajı alır.
Sonuç
olarak yaşanan bu olayları analiz ettiğimizde, siyasetin koca gövdesiyle futbolun üzerine düştüğünü söyleyebiliriz.
Bu
nedenle Trabzonspor başta olmak üzere, tüm futbol camiasına sesleniyorum:
Kimsenin ya da hiçbir şeyin tarafı olmayın, sadece futbolun taraftarı olun. Aksi halde siyaset futbolun ruhunu
çalmış olur.
Futbolun
yönetimi ile siyasetin eli arasındaki işbirliği konusuna şike örnek olayı
çerçevesinde devam edeceğim.
Sağlıcakla
kalın.....
Siz de Bir Yorum Bırakmak İster misiniz?